24 Haziran 2016 Cuma

Beautiful Darkness | Karanlık Güzel

Merhabalar! Nasılsınız? İyisinizdir umarım. Adolf'le (muhabbet kuşum) oynarken, renkler çağrışım yapmış olacak ki, Karanlık Güzel'i yazmadığım aklıma geldi. Hemen soluğu blogumda aldım.

Beautiful Darkness, ilk olarak Mart 2009'da basılmış daha sonra 2014 yılında Drawn and Quarterly tarafından yayınlanmış bir Fransız çizgi romanı. Ülkemizde ise bu yıl Arka Bahçe Yayıncılık tarafından Karanlık Güzel olarak yayınlandı. Yazarı Fabien Vehlman olan bu çizgi romanın çizeri ise Kerascoet olarak anılan Marie Pommepuy ve Sebastien Cosset tarafından yapılmış.

Esas konuya girmeden söylemeden geçmeyeyim: Çizgi romanda genellikle DC ya da Marvel okuyorsanız buna göz atmanızı öneririm. Hatta kesin okuyun. Çok seveceksiniz. Ya da nefret edeceksiniz, bilemedim.

Şimdi konuya girelim: Bu çok farklı bir çizgi roman. Yani elinize aldığınızda ilk etapta çocuklar için olduğunu düşünmeniz olası ancak bir kaç sayfa sonra göreceğiniz manzara kan dondurucu türden. Onun için çevrenizde herhangi bir çocukta bunu görürseniz elinden alın, travma yaşamasın yavrucak.

Peki ne anlatır? Hikayemiz Aurora ve pek tatlı sevgilisi Hector ile sıcak çikolata içmesiyle başlıyor. Burada çok tatlı çizimler göreceksiniz. Aurora tüm sempatikliğiyle Hector'a kek ikram ediyor, kankası Plim ise buluşmalarının iyi geçmesi için ona yardımcı oluyor. Sanki Alice Harikalar Diyarında gibi. Görünüşte her şey güzel. Daha sonra ev akmaya başlıyor. Evet, böyle kırmızı kırmızı üstlerine damlıyor. Bu felaketin sonucunda başka bir Dünya'ya geçtiklerini anlıyoruz: Kendilerinin küçücük olduğu bir Dünya.

O tatlı mı tatlı çizimlerin ardından bu insanı panik atak krizine sokabilecek görüntüyle karşılaşıyoruz. Olabildiğince rahatsız edici, olabildiğince sinir bozucu. Çürümeye durmuş küçük bir kızın cesedi ve içinden çıkan küçük insanlar. Şimdi burada pek çok metafor olduğunu düşünenler mevcut. İnsanın içindekilerin dışa vurumu, karakter bölünmesini yansıtıyor gibi yorumlara rastlamak mümkün. Ben insan karakterinin dışa vurumu olduğu yönünde düşünüyorum. Vehlmann bir taşla bir ton kuş vurmuş zaten, ne ararsanız var. Neyse devam edelim.

Aurora çok geçmeden bu yeni dünyada yalnız olmadığını fark edecektir, kendi dünyasından pek çok kişi buradadır. Tabii yine çok geçmeden bu dev dünyada sıkıntılar baş göstermeye başlayacaktır. İlk olarak yemek. Aurora sanki hiçbir şey olmamış gibi, bu ölü kızımızın kurabiyelerini, can sıkan bir kibarlıkla herkese dağıtacaktır. İşin ilginç yanı da bu: Sanki hiçbir şey olmamış gibi adapte oluyorlar ve doğaya hükmetmeye çalışıyorlar. Darwinist bir hayatta kalma yöntemi uyguluyorlar. Biraz da Sineklerin Tanrısı'nı hissediyorsunuz ama olaylar farklı bir yöne doğru gidiyor tabii ki. 

İlginç bir şekilde medeniyet merdivenlerini tırmanmaya başlıyorlar. Bununla beraber karakter çöküşleri o kadar güzel aktarılıyor ki 'modern zaman eleştirisi'ni iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Herkesin yardımına koşan Aurora bir fareyle arkadaşlık etmeye başlıyor misal, ondan yiyecek temin edebiliyor böylelikle. Çıkar ilişkisi çok güzel işleniyor yani. Bu arada, bu kısımları (ve pek çok kısmı) okurken masallara fena göndermeler yapıyormuş gibi geldi bana. 


Zaman algısı da çok iyi işlenmiş. Zamanın geçtiğini cesedin çürüme evrelerini göstererek aktarıyorlar. Tabii sizde her seferinde daha büyük rahatsızlık duyuyorsunuz. Bu arada yeni bir otorite doğuyor: Zelie. İlk başta Aurora'nın yardımına ihtiyaç duyan bu kız, kendini öyle bir güçlendiriyor ki, tek gözlü bir kızı dolayı canlı canlı toprağa gömdürüyor. Zelie, psikotisizm'e bir gönderme de olabilir tabii. Dediğim gibi yazar bir taşla pek çok kuşu vuruyor. 

Bu arada Aurora bir parti düzenliyor. Kimse gelmiyor. Ve dostu olan fareyi  partideki bir olaydan dolayı kör bırakıyor. Can havliyle kaçan fare bu seferde diğerlerine yem oluyor. Ölüsü bile rahat bulmuyor, Aurora kürkünü alıp giymeye başlıyor. Hector'da yeni prenses Zelie'nin prensi olmuş, ona hizmet ediyor. Üstüne üstlük Zelie'ye hizmet ederken ölüyor. Bunu gören Aurora kendini toplumdan izole etmeye karar veriyor. Ve ilk zamanlarda gördüğümüz Jane'in yanına gidiyor. 


Az kalsın unutuyordum! Yukarıdaki paragraftakiler olmadan kısa bir süre önce bu kızcağızı görüyoruz. Canlı bir şekilde yattığı yerden kalkıyor, afallıyor ve yoluna devam ediyor. Bu kıza ne olduğunu zaten çözememiştik. Tıpkı bu kısım gibi neden öldüğü okuyucuya bırakılmıştı. Ancak şöyle bir tuhaflık var: kızcağızın defterinde Aurora yazan bir sahne görmüştük. Şimdi bunlar ormanda uyuyakalan bir kızın rüyası desek, sonraki sahne de bunu imkansız kılıyor. Ekliyorum hemmeeenn:


Görüyoruz ki, kızın kafa tasında uyuyan küçük bir insan "Kabus!"  diye diye uyanıyor. Bir de bir avcı var. Çizimini ilk gördüğümde bana Frankenstein'ın Canavarı'nı hatırlatan. Onun ne yaptığını çözemiyoruz. Ormanda dolaşıp duruyor ancak bu cesedi görmüyor mu bilemiyoruz. Yoksa kızcağız bu avcı tarafından mı öldürülmüş, bilemiyoruz. İlginç olan nokta ise avcının evinde sürekli gösterilen kırık, sarı saçlı bebek. Bence bu avcı sapık, kızcağızı öldürdü, bebek de onun. Aklıma ilk gelen şey bu oldu. O canlanma olayı neydi derseniz de, kafa tasında uyuyan insanın rüyası olması olası. E, bu durumda, Aurora yazan defter neyin nesiydi?

Hikayeye kaldığımız yerden devam edersek, Aurora bunlardan uzakta yaşamak için Jane'in yanına gidiyor. Bu avcının evinde gizli gizli kalıyor. Ancak ileride öyle olaylar oluyor ki, Aurora'nın nasıl bencilleştiğini, tamamı ile kötü bir karaktere evrildiğini görüyoruz. İşin ilginç yanı ise, avcıya aşık olması. Valla aklımı çıldırıcam, doktor bu ne?!


Aurora, burada avcının saçını kesmiş, nasıl güzel koktuğundan falan bahsediyor. İşte bu noktada aklımda bambaşka bir teori beliriyor. Acaba ölen kız büyük Aurora'mı? Yani acaba, Aurora ölen kızı mı temsil ediyor? Bunu şuraya bağlayacağım: Acaba avcı pedofili falan mıydı? Aurora'nın karakter çöküşü de (iyi bir kızdan canavara dönüştü bildiğin) bunu temsil ediyor olabilir mi? Yani taciz gören, psikolojisi bozulan ve sonunda ölen bir kız... Ay yazarken bile... Neyse. Olmayabilir de. Sadece aklıma geldiği için bahsetmek istedim. 



Sineklerin Tanrısı, Alice Harikalar Diyarında, The Borrowers ve pek çok farklı masaldan göndermeler olduğunu biliyoruz. Yalnız benim aklıma Satoshi Kon ve Miyazaki de geldi okurken. Ancak olmayabilir de çünkü okumadan önce, The Barrowers'ın Studio Ghibli tarafından uyarlandığını biliyordum, Kerascoet'in de Satoshi Kon'un Paprika'sına dair bir çiziminin olduğunu biliyordum. Yani bunlar da etkilemiş olabilir beni. Ancaaaak çok ince bakarsanız hafif bir Tim Burton'da görebilirsiniz. (Her haltı Tim Burton'a bağlamasa olmaz hastalığı)


Toparlayacak olursam: Masalsı bir hikayeye sahip ancak masalın sahip olduğu sonlardan çok uzak, çocuksu çizimlerinin yanında efsanevi çizimlere sahip (ki burada da dünyayı temsil etme olanağı var), insanın şeytani doğasını eleştiren, modern zaman toplumunu eleştiren, bir şeyin salt iyi olamayacağını ancak salt kötülüğe gidebileceğini söyleyen muhteşem bir çizgi roman. Tabii pek çooook farklı yorumlar getirmek de mümkün. Tam bir usta işi.

En sevdiğim noktası da pek çok yerin ucunun açık bırakılması. Yazar kızın nasıl öldüğünü söylemek istemiyor, siz bulun diyor. Keza sonu da aynı şekilde. Okursanız anlarsınız ne demek istediğimi. Son zamanlarda okuduğum en farklı çizgi romandı. Psikotisizm'e, Nevrotizm'e aynı anda gönderme yapabilen kaç çizgi roman var zaten?

Yani, bence bu çizgi roman Alice Harikalar Diyarında sendromuna tutulmuş. Dürbünün yanlış tarafından bakıyormuşsun gibi. (Oh bugün de kore dizilerine gönderme yaptım!^^)

Okuyun, okutun. Asla pişman olmazsınız.
Hatcik.







Share:

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumunuzu eksik etmeyin, her biri çok değerli^^