Geçenlerde Batman R.I.P’i baştan okuyorum; ay yine olmadı ben tekrar başlayayım.
Benim çok pis bir huyum var, hatta bir entaride yazmıştım onu buraya kopyalayayım:
İzlediği filmi tekrar izleyen insan
“bazı insanlar için takıntıdır. mesela ben. yeni bir filmi izlemeye niyetlendiysem, önce çok sevdiğim 3 - 4 filmi elden geçiririm. bir de film - dizi ağırlıklı blog tutuyorum. yeni bir film yazısı yazabilmek için ne kadar vakit geçirdiğimi siz düşünün^^”
Heh benim böyle ilginç takıntılarım vardır. Bu çizgi roman okurken de -tam olarak böyle olmasa da- geçerli. Durup durup çok sevdiğim çizgi romanları okumak, yeni bir şeyler keşfetmekten, okumaktan -daha kolaydan ziyade- daha çekici gelir. Yine böyle bir dönemdeydim, No Man’s Land’i okudum. Sonra da üstüne Batman R.I.P atayım dedim. Neyse, güzel güzel okuyorum ediyorum derken böyle bir fenalık geldi bana.
Ha peşin peşin söyleyeyim, durumun Grant Morrison’la hiçbir alakası yok, hatta gerekli / gereksiz pek çok ortamda savunmuşumdur kendisini; severiz sayarız.
Neyse, böyle bir boşluk duygusu, böyle bir “lan ne yapıyorum ben” hissiyatı; efendime söyleyeyim bir zaman akıp gidiyormuş da ben geriden takip ediyormuşum duygusu hasıl oldu.
Lüzumsuz sayıda çizgi roman okuyan herkesin başına gelir sanırım bu durum. Çünkü iş, size keyif veren bir aktiviteyi, bir hobiyi gerçekleştirmekten daha farklı bir duruma dönüşebiliyor. Mesela kötü olduğu bilinen bir eseri bile sırf “e ama DC / Marvel külliyatında var, okumasam olmaz” mantalitesiyle okuyabiliyorsunuz, yahut bir süre sonra, -daha temelde- iyiyi / kötüyü seçip okumaktan ziyade, bir “açlıkla” okunuyor / biriktiriliyorsa bu çizgi romanlar; zannediyorum ki “ya ben ne yapıyorum” düşüncesi bir yerde su yüzüne çıkıyor. (He ben biriktirme konusunda henüz o kadar manyaklaşmadım)
Böyleyken böyle, ben de bir süre çizgi roman okumayayım dedim. Bunu şeye benzetebilirim, çok fazla parfüm koklayan birinin, bir yerden sonra koku almaması gibi örnekseyebilirim. Bakın bir migren hastası bu durumu böyle betimliyorsa, ciddi anlamda bir sıkıntıdan bahsediyordur. Bir süre bırakayım da “tat alma duyularım” tekrar bir aktive olsun dedim.
Yahu sonra fark ettim ki, benim sıkıntım çok başka. Daha derinlerde bir şeyden bunalmışım ben; hayatımın hep aynı döngüde olmasından sıkılmışım. Hep aynı insanlar, hep aynı eylemler, aynı, aynı, aynı…
Ciddiyim, 2014 yılından bu yana –ki mezun olmama tekabül eden yıldır- hayatımda hiçbir şey değişmedi. Nesnel anlamda söylüyorum ve söylüyorlar bunu. Ama yazık ki ben değiştim, sıkıntı da buradan kaynaklanıyor. Hımmm bunu da örnekseyeyim o zaman, farklı ürünlerle aynı kek tarifini uygulamak gibi, görüntüyü tutturuyorum ama ben eski tadı istiyorum, ancak eski malzemeleri bulmamsa artık mümkün değil…
Hele son bir yılda hayatım hiç değişmedi ama ben gözle görülür bir şekilde değiştim. Hem fiziksel, hem ruhsal. Geçen yıl benim için sıkıntılı bir süreçten geçtiğim için altı kilo verdim mesela -1.78 insanın 52 kilodan 46 kiloya düşmesi pek de hoş değildi-, sanki 2010 – 2014 dönemine geri dönebilecekmişim gibi saçlarımı kestirdim falan falan falan…
Eee bunları niye anlatıyorum yani şimdi değil mi? Bundan bir çıkarımım oldu tabii ki. Bir süre önce değişim hakkında yazmıştım. Değişmek şart, değişim bir parçamız. Belki her gün büyümüyoruz ancak her gün yaş alıyoruz, “ah eski arkadaşlıklar, sohbetler, ne güzeldi” diye nostalji yapmamız da buradan geliyor belki de, içten değişiyoruz ya, o değişime ayak uydurmamız gerek. Yoksa değişime ayak uyduramadığımız her an o “zamana ayak uyduramama” ya da “bir şeyler kaçıyor”muş hissi bir anda bir yerlerden pırtlayıverecek. Her ne kadar “ya ben değişmek istemiyorum bana ne yaaaağ, hayatım böyle güzel benim” diye bir çocuk gibi zırladıysam da, bir noktadan sonra buna direnmeye çalışmak, intihar etmeye çalışmak gibiydi. “Ölmezsen o sıkıntı” derler ya, “değişmezsen o sıkıntı”.
Böyle işte; bir döngü teklemesine kapılmış bulundum ben de geçenlerde, neyse ki teşhisi hemen koydum. Bir şey izleyecek / okuyacakken, önceden sevdiğim şeyleri tekrar etmem de işte bu yüzdenmiş, hayatımdaki hareketin mutlak değerinin sıfır olmasını istememdenmiş. Ancak fark ettim ki, insanın hayatındaki güzel insanlarla beraber yol alması da ayrı güzel. Onlar gitmesin de, gerisi çok da önemli değil…
Öyle işte, bir mezuniyet nelere kadirmiş. Az kalsın veletliğimden beri sürdürdüğüm mis gibi hobimden –çizgi roman okumaktan bahsediyorum- olacaktım.
Yine kafanızı patlattım, bir daha ki “ilginç düşünmeli” yazımda görüşürüz diyeyim.
Ha öbür ihtimal mi? Renkli bir kostüm giyip sokaklarda kahramanlık yapmam ve kendi kendime konuşmamla sonuçlanabilir. Şaka şaka - arada bir kendime Zur-En-Arrh deyip, cıvatalar sağlam mı diye kontrol ediyorum. Henüz bir sıkıntı yok!(?)
Yahu sonra fark ettim ki, benim sıkıntım çok başka. Daha derinlerde bir şeyden bunalmışım ben; hayatımın hep aynı döngüde olmasından sıkılmışım. Hep aynı insanlar, hep aynı eylemler, aynı, aynı, aynı…
Ciddiyim, 2014 yılından bu yana –ki mezun olmama tekabül eden yıldır- hayatımda hiçbir şey değişmedi. Nesnel anlamda söylüyorum ve söylüyorlar bunu. Ama yazık ki ben değiştim, sıkıntı da buradan kaynaklanıyor. Hımmm bunu da örnekseyeyim o zaman, farklı ürünlerle aynı kek tarifini uygulamak gibi, görüntüyü tutturuyorum ama ben eski tadı istiyorum, ancak eski malzemeleri bulmamsa artık mümkün değil…
Hele son bir yılda hayatım hiç değişmedi ama ben gözle görülür bir şekilde değiştim. Hem fiziksel, hem ruhsal. Geçen yıl benim için sıkıntılı bir süreçten geçtiğim için altı kilo verdim mesela -1.78 insanın 52 kilodan 46 kiloya düşmesi pek de hoş değildi-, sanki 2010 – 2014 dönemine geri dönebilecekmişim gibi saçlarımı kestirdim falan falan falan…
Eee bunları niye anlatıyorum yani şimdi değil mi? Bundan bir çıkarımım oldu tabii ki. Bir süre önce değişim hakkında yazmıştım. Değişmek şart, değişim bir parçamız. Belki her gün büyümüyoruz ancak her gün yaş alıyoruz, “ah eski arkadaşlıklar, sohbetler, ne güzeldi” diye nostalji yapmamız da buradan geliyor belki de, içten değişiyoruz ya, o değişime ayak uydurmamız gerek. Yoksa değişime ayak uyduramadığımız her an o “zamana ayak uyduramama” ya da “bir şeyler kaçıyor”muş hissi bir anda bir yerlerden pırtlayıverecek. Her ne kadar “ya ben değişmek istemiyorum bana ne yaaaağ, hayatım böyle güzel benim” diye bir çocuk gibi zırladıysam da, bir noktadan sonra buna direnmeye çalışmak, intihar etmeye çalışmak gibiydi. “Ölmezsen o sıkıntı” derler ya, “değişmezsen o sıkıntı”.
Böyle işte; bir döngü teklemesine kapılmış bulundum ben de geçenlerde, neyse ki teşhisi hemen koydum. Bir şey izleyecek / okuyacakken, önceden sevdiğim şeyleri tekrar etmem de işte bu yüzdenmiş, hayatımdaki hareketin mutlak değerinin sıfır olmasını istememdenmiş. Ancak fark ettim ki, insanın hayatındaki güzel insanlarla beraber yol alması da ayrı güzel. Onlar gitmesin de, gerisi çok da önemli değil…
Öyle işte, bir mezuniyet nelere kadirmiş. Az kalsın veletliğimden beri sürdürdüğüm mis gibi hobimden –çizgi roman okumaktan bahsediyorum- olacaktım.
Yine kafanızı patlattım, bir daha ki “ilginç düşünmeli” yazımda görüşürüz diyeyim.
Ha öbür ihtimal mi? Renkli bir kostüm giyip sokaklarda kahramanlık yapmam ve kendi kendime konuşmamla sonuçlanabilir. Şaka şaka - arada bir kendime Zur-En-Arrh deyip, cıvatalar sağlam mı diye kontrol ediyorum. Henüz bir sıkıntı yok!(?)
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumunuzu eksik etmeyin, her biri çok değerli^^