11 Temmuz 2020 Cumartesi

Batman #75 - 85: City of Bane



Tom King, 2016’da Rebirth kapsamında Batman serisini yazmaya başlamıştı. Kendisinin yürüttüğü Batman serisi ilk günden son sayının yayımlanmasına kadar hem çok eleştirildi hem de çok övüldü. Yani okuyucular içinde bir aşk / nefret ilişkisi geliştiği söylenebilir. Ben Tom King’i zaman zaman eleştirsem de genel olarak yazdıklarına pozitif bakan taraftayım. Tabii zaman içinde pek çok şey gelişti ve DC Comics Tom King’i Batman serisinden çekti. Böylelikle kendisinin Batman ana serisindeki serüveni “City of Bane” ile son buldu.



Tom King’in son hikâyesi City of Bane, Batman #75 ile #85 arasında yer almakta. Rebirth’ün başlangıcından yetmiş beşinci sayıya kadar olan olaylar çözümlenmekte. Burada, bu hikâyenin de oldukça tartışıldığını söylemekte fayda var. Yazının ilerleyen kısımlarında da bu eleştirilere hikâye doğrultusunda değinmek istiyorum.



City of Bane’in konusu çok kısaca ise şöyle: Hikâyenin başlangıcında Batman kötülerinin Gotham City’de deyim yerindeyse cirit attığını görüyoruz: Bruce ortalıkta yok. Bane, Flashpoint Batman’i Thomas Wayne’in de yardımıyla şehri ele geçirmiş. Tabii bu hikâye evrilerek bir Wayne çatışmasına dönüşüyor. Bu on sayıyı okumayan varsa şimdiden uyarmalıyım ki, bu yazı oldukça fazla spoiler ihtiva edecektir.



Aslında Tom King’in Batman’ini okumayı bir süre önce bırakmıştım. Ancak, tek tek sayıları okumasam da hikâye örgüsünde ne olup bitiyor haberim vardı. Ana evrende olup bitenden geri kalmamak adına, vakit buldukça harici kaynaklara göz atıyordum. City of Bane’in yazısını yazmak için yetmiş beşinci sayıyı okumaya başladığımda, dürüst olmam gerekirse, pek de bir şey anlamadım. Ben de aradaki sayılarda bir şey kaçırdığımı düşünerek, kısa sürede okuyamamış olduğum sayıları okudum. Aradaki farkı kapatıp yetmiş beşinci sayıya geldiğimde durum benim için çok değişmemişti.



Öte yandan, Tom King Rebirt süresince yazdığı sayıların büyük bir kısmına atıfta bulunuyor, hatta atıfta bulunmanın ötesine geçerek örgüsel bir kurgu sunuyor bizlere. Yani bu zamana kadar yazdığı her şey, aslında City of Bane’e hizmet ediyor; hepsinin birer basamak olduğunu görüyoruz. Dahası olay döngüsü sadece Rebirth Batman’ini kapsamıyor, Flashpoint’i bile City of Bane’e dahil ediyor. Hikâye kompleks bir yapıyla sonuçlandığından, incelemeyi de özelden genele doğru yapmak daha mantıklı diye düşünüyorum.



City of Bane özelinde, Tom King lineer hikâye anlatımı açısından, kötü bir açılış yapıyor. Çünkü, yetmiş dördüncü sayı ile yetmiş arasındaki geçiş insanın kafasında ciddi bir soru işareti yaratıyor. Zaten bu durum da Tom King’in eleştirildiği büyük noktalardan biri. Hikâye ikinci sayıda (#76) gelişme gösterse de daha sonra sürekli inişler ve çıkışlar yaşıyor. Bu durum okuyucunun sürekli geri dönüp okuduğu şeye tekrar göz atmasına sebep oluyor. Tom King, “bekleyin, ne olduğunu anlayacaksınız” tarzı ile yazmaya çalışsa da yazdığı son hikâyenin, açıkçası, su gibi akmasını beklerdim. Çünkü, okuyucu daha önünde olup biten senaryoyu yorumlayamazken nasıl yetmiş sayı öncesi ile (hatta seneler önce yayımlanmış bir hikâye ile) bağlam kuracak?



Karakterlere gelecek olursak, oldukça sıkıntılı yansıtılan karakterler var. Tabii hepsi için geçerli değil bu söylediğim, çok başarılı bulduklarım da var. Ancak, en basitinden Thomas Wayne’in Psycho-Pirate tarafından yönetilip yönetilmediğini söyleyemiyorsunuz. Mantıksız karakter gelişimleri var. Daha mantıksız karakter dönüşümleri var. Mesela, Bane ne zamandan beri “kaslı ama neredeyse aptal” durumuna düştü? Ya da Bruce’un taktisyenliğine ne oldu? Tabii ki hikâyenin gidişatı açısından Bruce’un ortalıkta olmamasını ve bir süre için hikâyeye bir şey katmamasını anlıyorum. Ancak daha genele gidersek, Bruce ortalarda yok; Bane şehri ele geçirmiş ve Justice League ne yapıyor? Hiçbir şey. Bunun cevabının Captain Atom ve Gotham Girl dolayısıyla verilmesini de tatmin edici bulmadım. Ciddi anlamda panelleri okurken şunu düşündüm: Gotham Girl, DC evreninde milyon tane örneği bulunan Superman kopyası bir karakter değil mi? Evet. Peki Superman’in bile sihir büyü olaylarına zaafı yok mu? Evet. O zaman JL neden Zatanna’nın kilit rol oynadığı bir çözüm ile gelmiyor?



Temelde şikâyet ettiğim şey ise şu; Batman okumaya Rebirth serisi ile başlamış okuyucu bile Justice League’i bu noktada sorgular, buna kısa ve mantıklı bir cevap vermek ise gerçekten zor değil, pek çok defa JL’nin Batman’e yardım edemediği ve bizim de bunu sorgulamadığımız hikayeler okuduk. Aslında Tom King’in burada yapmaya çalıştığı şeyi anlıyor ve destekliyorum. Temelde iki hedefi var, üç kuşak Wayne’i karşılaştırmak ve Thomas’ın Robin’ini Gotham Girl’ü, Damian ile karşılaştırmak. Ancak Tom King’in Damian’ı yansıtma biçimi ne kadar iyi olursa olsun, temellendirmesi ne yazık ki başarısız.





Zaten bu hikâyede en başarılı bulduğum karakterlerden biri Damian. Tim Drake ve Damian’ın diyalogları hikâyenin yükseldiği noktalardan biriydi ve tam karakterlere göre yazılmışlardı. Tom King’in en çok eleştirildiği noktalardan biri de diyaloglarıydı. Özellikle Catwoman’ın diyalogları çok tiye de alınmıştı. Bu eleştirilerde hak verdiğim kısımlar var. Özellikle birbirini tekrar eden cümleler bir yerden sonra gerçekten can sıkıcı olmuştu.



Tom King hikayedeki kötülerde ve yan karakterlerde de iyi iş çıkarmış. Kite Man’in, Scarecrow’un, hatta Two-Face’in kısımlarını sevdim. Joker’in, Clayface çıkması oldukça zekiceydi mesela. Tabii Psycho-Pirate’ın, Joker’in aslında Clayface olduğunu anlamamış olması mantıksız gibi duruyor olabilir ancak daha önce Clayface’in kontrol edilemez olduğu bilgisi verilmişti.



Daha genel bir noktadan bakacak olursak, City of Bane, No Man’s Land vari bir hikâye. Zaten City of Bane’i tam anlamıyla yorumlayabilmek için en azından No Man’s Land’i, Knightfall’u, Flashpoint’i okumuş olmak lazım, hatta Killing Joke da bu sınıfa giriyor. Mesela Martha’nın (Flashpoint Joker’i diyelim) Selina’yı vurduğu kısımda aslında Killing Joke’a bir atıf var. Eğer geçmiş okumalarınıza direkt olarak dokunuş yapan hikâyeleri seviyorsanız, City of Bane pek çok noktada size hitap edecektir.



Peki City of Bane iyi bir hikâye ve daha da ötesinde iyi bir final mi? Buna verilecek cevap aslında oldukça sübjektif olacaktır. Bu sizin bir çizgi romandan beklediğinize göre değişir. Ya da çizgi roman evrenine nasıl yaklaştığınıza. Mesela City of Bane kendinden önceki 75 sayıdan ayrı mı değerlendirilmelidir? Ya da Tom King’in Batman’i kendinden önceki yazarlardan ayrı mı değerlendirilmelidir? Ya da okuduğunuz kahramanın sahip olduğu geleneksel elementlere sahip çıkılmalı mıdır, yoksa okuduğunuz her hikâyede her şey değiştirilebilir mi?




Daha somut bir soru ile yaklaşacak olursak, ki bunu New 52’de yaşamıştık, DC bugün tüm evreni tekrar sıfırlasa, Batman’in önceki hikayelerini yok mu sayacağız? Ya da canon bir hikaye olmamasına rağmen The Dark Knight Returns olmayan bir Batman algısı olabilir mi? Jason Todd’ın ölümünü yaşamamış bir Batman, karakter gelişimini tamamlamış bir Batman midir? Yahut Alfred’siz bir Batman düşünülebilir mi? (Gerçi bu konuda Tom King’in üzerine gitmemek gerek, Alfred’in ölümü DC’nin işi)





Tabii çizgi roman dünyasında “yazar ne isterse o olur” mantığı vardır. Bu sebepten tüm karakter karşılaştırmaları mantıksızdır mesela. Ya da çizgi roman geleneğini tartışmak. Çünkü çoğu yazar kendinden önceki yazılmış hikayeleri yok sayarak başlar işe. Tom King ise bunlardan biri değildi. Batman serisine dair daha önceki incelemelerimi okuduysanız buna pek çok yerde değinmişimdir. Ben de bir okuyucu olarak, çok gelenekçi saymam kendimi. Eğer ki karakter bazında belirli bir rasyonaliteyi sağlayabiliyorsa çoğunu desteklerim. Ancak, üzgünüm ki, Batman okuyorsam belirli geçmişte kökleşmiş bazı elementlerin sağlanmasını beklerim.



Bu doğrultuda Bruce’un ebeveynleri ile ilgili ya da onların dahil olduğu bir hikâye yazmayı oldukça sıkıntılı buluyorum. Martha ve Thomas bu zamana kadar hep ideal insan olarak resmedildiler, ki bu Batman evreninde bir köşe taşıdır. Bugün DC benden bir hikâye yazmamı istese dokunmayacağım ilk şey Martha ve Thomas Wayne’in ideal insan / harika ebeveyn olurdu. Çünkü Batman mitosunu oluşturan ilk şey bu, Bruce’un hep olmak istediği insan babası değil mi? Varmak istediğim noktaya gelirsem, mükemmel bir karaktere sahip Thomas Wayne’i alıp -Flashpoint Thomas Wayne’i bile olsa- yerine torununa bile şiddet uygulayabilecek bir Thomas Wayne koyarsak, Batman’e ne olur?



Yıllardır Batman deyince kendimce sorguladığım bir şey vardı: Batman neden bu kadar sevilebilir bir karakter? Batman neden bu kadar “iyi” bir karakter? Kendisi derinlerde iyi bir insan olmadığını iddia etse de aslında tam olarak, Thomas kadar ve Martha kadar iyi bir insan. Bunu Bruce’u Alfred’in yetiştirmesine de bağlayabiliriz tabii ki, ancak ben hep soyaçekim olduğunu düşündüm. Mesela, Joker “kötü bir gün”ün her türden insanı yola çıkarabileceğinin bir ifadesi iken, Batman doğal olarak iyi olmanın bir ifadesiydi. Bruce zaten o kötü günü yaşamıştı ve bunu kendisinin de üstünde bir amaca dönüştürebilmiş yapıda bir insandı. Bu yüzden Thomas Wayne’in karakterini değiştirmek mantıklı mı diye sorguluyorum.



İkinci olarak Bruce ve Thomas’ın aynı hikâyede bulunması sıkıntılı bir durum. Bu yazının Flashpoint incelemesine dönüşmesini istemiyorum ancak kısaca değinmem gerek: Hepimiz Flashpoint’e bayıldık, Knight of Vengeance gerçekten akıllıca hazırlanmış bir hikayeydi. Üstelik Thomas ve Martha Wayne’in karakterleri büyük oranda mantık çerçevesinde ilerlemişti. Ancak biz Thomas’ı Batman olarak sevsek de iki Batman’i aynı hikâyeye sokmak karakterin yapısına zarar verebilecek bir durum. Bruce’un Batman olma sebepleri de aslında babasını çok fazla tanıyamaması, hatta yaşanabilecek güzel günlerin yaşanamamış olmasıydı. Burada Batman The Animated Series bölümü olan Perchance to Dream mükemmel bir örnek oluşturuyor. Bruce’u hali hazırda yaşanabilecek hayata koymak kendisi için bile tuhafken, biraz delirmiş Thomas Wayne ile aynı hikâyeye koymak çok akıllıca ve kompleks düşünülmüş bir işi gerektiriyor. Bunları sıkıntılı durum olarak adlandırmamın sebebi de bu hikâye ana evrende geçiyor, Elseworlds hikâyesi değil. Yoksa Elseworlds hikâyelerinde de bu tonda ilerleyen çok başarılı çizgi romanlar var.



Kompleks bir iş demişken aslında Tom King’in yapmaya çalıştığı şeyi takdir ediyorum. Kendi yayın süresi içinde başarılı da buluyorum. Mesela platin kriptonit gibi güzel detaylandırmalar var. Tom King’in ilk sayıdan beri bu tarz bir finale hazırlandığı belli, ancak belli ki bazı şeyler onun istediği kadar etkili olamamış. Örnekse Batman kötülerinin Gotham’ı ele geçirmesi iyi bir fikir ancak -artık- şaşırtıcı değil. Tom King’in başka çizgi romanlarını da okuduğumdan aslında bu temayı çok çok daha iyi kullanabileceğini biliyorum. Ancak bu hikâye sürekli tekrar eden cümlelerle görece etkili hale getirilmiş. Son olarak söyleyeceğim şey ise, bence Tom King finali bu şekilde yapmayacaktı. Kendisinin Batman serisindeki yayım hayatına erkenden son verilme kararı alınınca, kendi yapmak istediği finale yakın bir şey yazmaya çalıştı.


Öte yandan City of Bane eleştirildiği kadar kötü bir hikâye değil. Hatta pek çok noktada, benim yukarıda bahsettiğim pek çok noktayı görmezden gelebilirsiniz. Bu okuyucunun çizgi romana nereden baktığına bağlı. Sorun; Tom King’in bu hikâyeyi çok çok daha iyi yazabilecek olması ancak ortalama bir finalle yetinmesi ve kendisinin de önceden yazılan Batman hikayelerini büyük ölçüde kabul etmesi. Özetle, Batman’i Tom King’in 85 sayısı içinde değerlendiriyorsanız City of Bane iyi bir hikâye, ancak daha önceki yapıtlardan bağımsız düşünemiyorsanız oldukça ortalama denilebilir.



City of Bane’in çizim yani sanat kısmına ise söyleyebileceğim hiçbir şey yok, tüm seri boyunca istikrarlı olan şeylerden biri de çizgilerin çok iyi olmasıydı.
Share:

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumunuzu eksik etmeyin, her biri çok değerli^^