Geçen yine aşırı kültürlüyüm ve sanat filmi izlemekten beynim yandı. Tabii, ben her zaman belgesel falan izlerim. Belgesel izlemezsem, bağımsız sinemaya sararım, efendime söyleyeyim hep sanat filmi izlerim. Kesinlikle. İşte, dedim, nereye kadar kültür yani? Biraz da halk ne seviyor ona bakayım dedimasdfghjk Şaka tabii hep bunlar. Bildiğiniz düz insanım ben, romantik komedi filan izliyorum. Ortamlarda söylemiyorum yetiyor, sonuçta kim bilecek? ^^
Neyse, bu kadar espriler komiklikler yeter, meselemize geleyim. Bridget Jones'un ilk iki filmini de izledim daha önce. Hatta çocukluğumda izledim, sonra ergenliğimde de izledim. Aslında bakarsanız Bridget Jones'un ilk iki filmi benim çok da hayran olduğum filmler değil. "Sen de sağ gösterip soldan vuracak izlenimi yaratıp arkadan vuruyorsun" demeyin geliyorum söylemek istediğim şeye. Bu arada spoiler verebilirim, hiç emin değilim şu an.
Bridget, genel romantik komedilerinin aksine, biraz daha gerçekçi yaratılmaya çalışılmış bir karakter. Sigara içen, kilosundan memnun olmayan, aslında hayatından memnun olmayan bir kadın. Buraya kadar sıkıntı yok, ama filmlerde bu yapılmaya çalışırken karakter biraz fazla karikatürize edilmiş, biraz absürt kaçmıştı. Bu durum da benim pek hoşuma gitmemişti. Ancak yine de işlenen hikayeyi sevmiştim. "Her kadının hayali Mark Darcy, tahminlerin aksine Bridget Jones'a vurulur" teması, tabii ki beni de gülümsetmişti.
Daniel Clever'ın cenazesinde, Mark Darcy ile karşılaşıyor Bridget. Hem de karısıyla. Daha sonra iş yerinde de biraz işleri batırıyor. Bir miktar arkadaşları da ekiyor kendisini. Bunun üzerine spiker arkadaşıyla minnoş bir tatile gidiyor Aaa bu arada sorunun cevabı mı?
Hayır. Ettiremediler.
Tabii ki bu tatilde olan oluyor ve Bridget, Jack diye biriyle birlikte oluveriyor. Buraya kadar sıkıntı yok. Yaklaşık bir hafta sonra hayatının aşkı Mark Darcy ile aynı ortamda bulunuyor ve boşanmak üzere olan Darcy ile de oluyor. Yani bebeğin babası... İşte tüm film boyunca bunu öğrenmeye çalışıyoruz.
Burada ara vererek söylemeliyim ki, filmin müzikleri de yeniye ayak uydurmuş durumda; nerede Can't Get You Outta My Head'ler (Kylie Minogue) nerede It's Raining Men'ler (Geri Halliwell versiyon) Bu durum beni pek tabii hoşnut etmedi, eskiyi seven insanım ben, Gangnam Style bu filme olmamış kankalar. (Pop mu? Ayol metalciyim ben. Ortamlarda öğreniyorum Kylie Minogue'u filan. Tabii ne sandınız)
İşte buradan sonra, eskiye dair birkaç sahne görüyoruz. Açıkçası önceki filmdeki sahneleri revize edip eklemeleri güzel olmuş. Bu arada, Bridget'i en çok burada sevdim ben. Hâlâ saçma sapan davrandığı yerler olsa da, bir olgunluk gelmiş üzerine, bir hoşluk gelmiş. En azından giyinmeyi öğrenmiş. ^^
Tahmin edeceğiniz üzere, filmin sonuna kadar baba kim öğrenemiyoruz. Mark Darcy hâlâ her kadının hayallerindeki erkek; ancak Jack de onun kadar hoş davranıyor Bridget'e. Film bu ikilinin kapışmasıyla akıyor gidiyor, gerçekten eğlenceli sahneler var. Ancak benim ayrıca değinmek istediğim biri var: Doktor rolündeki Emma Thompson!
Film boyunca beni çok güldürdü. O tepkiler, o tavırlar, harikasın bebeğim! Evet kesinlikle Emma Thompson'ı filme eklemeleri müthiş olmuş, yazdıkları karakter de harikaydı. Asla sırıtmamış, absürt durmamış. Kimin aklına geldiyse alkışlıyorum seni kanka.
Açıkçası Jack, biraz fazla "muhteşem" bir karakter olmuş ancak Bridget'in evreninden bahsediyoruz. Burada her şey iyi güzel; ayak uyduramayan Bridget. İnsanların -aslında benim de- Bridget'e yakın hissetmesinin sebebi de bu değil mi zaten? İşler her yolunda gitmediği zaman, her şey muhteşemmiş de biz batırmışız gibi hissetmiyor muyuz? Dolayısıyla, Bridget aslında bizden biri, her ne kadar bu yönü abartılsa da. Neyse bu konuya sonra gelirim ^^
Mark Darcy... Canımız, Colin Firth'ümüz. Tanrım, Mark'ın yıllar sonraki halini görmek muhteşemdi! Yıllar sonra da Mark'ımız Mark, muhteşem, kibara, yakışıklı, düşünceli, bildiğimiz Darcy işte. Asaletinden hiçbir şey kaybetmemiş.
Aslında filmi sevmemin sebebi, biraz hayallerimize "hadi oradan" demesi. Yani, herkes, en azından benim çevremdeki pek çok kişi; gençlikte yaşanan / yaşanacak olan acılara, talihsizliklere razı. Yani en azından bunu göze almış. Ancak herkes ama herkes orta yaşında bu sorunlardan sıyrılmış olmayı ve bir düzene oturmayı bekliyor. Film çok derinden olmasa da (kitapları okumadım bilemeyeceğim) buna bir bakış açısı getiriyor. Ya işler hiç yolunda gitmezse ve orta yaşta yalnız bir birey olursak? Buna ne kadar katlanabiliriz? Nasıl bir tepki veririz? Nasıl bir karakter haline dönüşürüz? Dram yaratmasa da bunlara dair noktalar da görüyoruz.
Söylemek istediğim son şeyler ise; en azından medya sektöründe "genç bakışın" nasıl olduğuna dair ufak bir eleştiri de gördük. "Genç vizyon"un sükseli ama boş şeylerin peşinde olduğunu yansıtmışlar. Katılırız katılmayız o ayrı ^^ Ha bir de; feminizm. Bir feminist yürüyüşü var ve hemen herkes "Ayy ne gerek vardıysa kadınlar bir yürüyüşe çıkmış" efendime söyleyeyim "Kadın hakları için bir yürüyüş varmış, daha ne kadar hak alacaksak!" gibi replikler döndü. Bunun karşısında yer alan, yani bunun önemli olduğunu düşünen tek karakter de, tabii ki Mark Darcy idi. Buradan ne çıkartırsınız, orayı da size bırakıyorum.
Sonuç olarak, üçlemede benim en çok sevdiğim film bu oldu. Beni en çok eğlendiren buydu. Yer yer sinematografisi çok güzeldi. Müzikleri ve son paragrafı umursamazsam, benim için gayet tekrar izlenebilecek bir film olmuştur. Kusura bakmayın ama mutsuzken, depresyondayken tabii ki böyle filmler izleyeceğim ehe!^^
Ve'l-hâsıl kelâm özlemişiz Darcy'mizi <3<3<3 Duruşa bakın be! ^.^
Netflix veya amazona gelmesini sabirsizlikla bekliyorum.
YanıtlaSilKeyifli seyirler (:
SilSizi takipteyim bana da beklerim sevgiler;)
YanıtlaSilwww.guzelvekulturlu.com